28 Nisan 2014 Pazartesi

İnternet, Tartışma Forumları, Gizlilik ve İstihbarat...




Mustafa Elveren*

Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte çok hızlı olarak ilerleyen internet artık ikinci adresimiz oldu. Bundan böyle sanal ortamda yaşamayı öğrenmek durumundayız.

İnternet teknolojisinin hızla yayılması nedeniyle Dünya’daki örgütlenme biçimleri de değişmektedir. Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda insanlar sanal olarak grup ya da gruplar biçiminde örgütlendikleri görülmektedir.

Hotmail, Yahoo, Gmail, Twitter, Facebook gibi sosyal paylaşım siteleri üzerinden oluşan formlar aracılığıyla yazılı, sesli ve görüntülü olarak internette her konuda iletişim ve paylaşım yapılmaktadır.

Facebook ve Twitter sosyal paylaşım sitelerinde örgütlenen milyonlarca gruba rastlamak mümkündür. Ayrıca Google, Microsoft, Yahoo, Mynet gibi firmalar tarafından internet hizmetine sunulan ve bu şirketlerden ücretsiz olarak sağlanan hesaplarla milyonlarca mail grupları oluşturulmuştur. Bu itibarla, internet ortamında insanlar birbirleriyle çok hararetli tartışmalar yapıyorlar.

Dünya’da insanların birbirleriyle hızlı iletişim kurmaları elbette çok yararlı ve sevindiricidir. Fakat işin bir de can sıkıcı yanları vardır. “Gülü seven dikene katlanır” derler ya, onun gibi bir şey.

150-200 dolar karşılığında her kes istediği zaman bir tartışma formunu (sesli ve görüntülü) satın alabilir. İşin teknik boyutunu ayrı bir yazı ile açıklamak gerekir. Şimdilik teknik kısmını bir tarafa bırakıyorum. 

Bu formlardaki yorumlara ve tartışmalara bazen katılmak durumunda kalıyoruz. Bu tür formlar üzerinde birçok garip kişiliklere de sıkça rastlamak mümkündür.

3-5 kişinin kendi aralarında tartıştıkları bazı formlarda sanki on binlerce kişi izliyormuş gibi hareket ediyorlar. Yine bu tür formlarda bazı kutsal değerleri kullanmak suretiyle yazılanlar ibret vericidir.

Bu garip ve acayip kişilikler, daha çok yakınındaki insanların dedikodusunu yapmaya başlarlar. Gevezelik yaparak eleştiri yaptığını sanırlar. Sizden yüz bulamayınca, bu defa saldırıya geçerler. Hayatında sizi hiç görmediği halde, hakkınızda ne duymuşsa sanal pencereden yalan söylemeye ve iftira atmaya başlarlar.

Bir kısım bilimsel tartışma formlarını ayrı tutarsak, genellikle arkadaş ve hemşeri çevresinin bir araya geldiği tartışma formlarında veya radyo sohbetlerinde kendilerine göre gündem belirleyip tartışmaya başlıyorlar. Tartışmalar ve sohbetler önce sakin ortamda devam eder. Bir süre sonra hakaret, küfür, tehdit ve saldırının öne çıktığı rezil bir ortama dönüşüyor. Böylesi çirkefleşen sanal platformlardan uzak durmak gerekir. Aksi durumda çok olumsuz sonuçlarla karşılaşabiliriz.

Kod ismini kullanan bazı kişiler güvenlik nedeniyle gerçek adını internet üzerinden yazmamakla belki haklı olabilirler. Ancak, bu çabaları hiçbir işe yaramaz. Çünkü IP No.su ile Dünya’nın hangi şehrinde olduğunuzu tespit etmek çok kolaydır. Eğer gerekirse savcılık kararıyla kullandığınız servis sağlayıcısı tarafından kim olduğunuzu bilmek mümkündür.

İnternet üzerinde paylaştığımız her türlü veri (sesli ve yazılı dokümanlar) tamamen kayıt altındadır. Hiçbir biçimde gizlenmesi mümkün değildir. Google arama motoru ve benzeri programları üreten firmalar ABD ve diğer uluslararası istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği içinde oldukları bilinen bir gerçektir. İnternet üzerinden faaliyet gösteren güvenlik amaçlı firmalar bilgileri robot programcıklar tarafından toplayarak depolanmaktadır. Siz sitelerde ve formlarda silseniz bile, o bilgiler birileri tarafından gizli olarak tutulmaktadır. Gerektiğinden büyük paralar karşılığında istihbarat kurumlarına verirler. Çünkü uluslararası istihbarat amaçlı şirketlerin hangisi olduğunu bilseniz bile ispatlamak mümkün değildir.

Ayrıca, gerek Türkiye üzerinden gerekse Dünya’nın diğer ülkelerindeki internet servis sağlayıcıları istedikleri takdirde sizin ağınıza çok rahat girebilir ve bilgilerinizi kontrol edebilirler.

Artık çağımızda istihbarat elemanlarını bar köşelerinde kestane satarak, sokak başlarında seyyar satıcılık yaparak, kahve veya pastane salonları önünde ayakkabı boyayarak, terminallerde yüzünü okuduğu gazete ile kapatarak istihbarat yapmalarına gerek duyulmamaktadır. Çünkü ayni görevi şimdi kameralar yapıyor. Cep telefonları, anahtarlıklar, kalemler, saatler gibi sürekli kullandığımız eşyalara ses ve görüntü kaydı çok kolaylıkla yapılabilmektedir. Hatta çok uzun mesafelerde bulunan noktalarda kayıtların yapılması bu günkü teknoloji ile mümkündür.

Yani neredeyse her arabada, binada, işyerinde ve her sokakta yerleştirilen kameralar ile uydu vasıtasıyla her şeyi masa başında izleyerek kontrol etmek mümkündür. Yukarıda da belirttiğim gibi; pavyon kapılarında, sokak başlarında çerez satan, ayakkabıcı boyacılığını yapan istihbarat elemanları gerekmez.

Günümüzde bu teknoloji sayesinde cami müezzinleri artık minareye çıkmadan yerinde ezan okumaktadırlar. Belki de bu minarelere bundan sonra gizli kameraları ve benzeri uydu araçlarını yerleştirebilirler.

O nedenle; partilerde, derneklerde, odalarda, örgütlerde insanların birbirlerini ajanlıkla suçlaması devri böylece tarihe karışmış olacaktır.

Konuyla ilgili olması nedeniyle bir anımı burada paylaşmak istiyorum;

Yaklaşık 7 yıl önceydi. Bir mitingin yapılması iznini almak için gerekli belgeleri ve dilekçeyi vermek üzere bağlı bulunulan ilin Emniyet Müdürlüğü Dernekler Şubesi’ne tertip komitesi üyesi sıfatıyla gitmiştim. Kendimi tanıtıp, evrakları ilgili polis memuruna verdiğim sırada bir görevlinin bana “Şube Müdürümüz T….. Bey sizinle görüşmek istiyor” dedi. Hemen birlikte şube müdürünün odasına gittik.

Müdürün elinde kalın bir kitap vardı. Hoş geldiniz! Hal-hatır safhasından sonra elindeki Abdullah Öcalan’ın “Tasfiyeciliğin Tasfiyesi” isimli kitabını göstererek

-Bak! Ben de APO’nun kitaplarını okuyorum…

Söyleyince, ben şu yanıtı verdim;

-Efendim, siz bir polis müdürü olarak mesleğiniz gereğince Öcalan’ın kitabını okumak durumundasınız. Sizin amacınız APO’nun fikirlerinden yararlanmak değil, onun örgütünün işleyişini ve yöntemini öğrenmek için okuyorsunuz. Ayrıca bu çizgiye yakın partileri de çok iyi takip ediyorsunuz.

-Hoca, biz tüm partilere eşit davranıyoruz. Sizin partiye karşı hiçbir ön yargımız yoktur. Ama siz bize karşı önyargılı olarak davranıyorsunuz!

Müdürün bu samimi ve rahat tavrını görünce hemen söze girdim;

-Müdür Bey, ben devletin birçok kurumunun değişik kademelerinde görev yaptım. Devleti çok iyi tanıyorum. Bu devlet her şeyi tek tip yetiştirdiği gibi memurunu da tek tip olarak yetiştirmektedir. Siz bizim her hareketimizi kontrol ediyorsunuz. Gelişen bu teknoloji ile en az 3 km. mesafede sesimizi kaydedebiliyorsunuz. Eğer içimizde bir yemciniz ya da görevliniz varsa onun vasıtasıyla görüntülerimizi çok rahatlıkla önünüzdeki bilgisayardan canlı olarak izleyebiliyorsunuz. Bu iş için bir anahtarlık, yüzük ya da bir cep telefonu yeterlidir. Cep telefonları bu işler için birebirdir. Yani bizim çayımızı hatta hangi marka sigara içtiğimizi bile çok kolayca tesit ediyorsunuz. Artık bu teknolojik gelişim hiçbir şeyi gizli bırakmıyor. İnternette yaptığımız her şeyi kayıt altına alabiliyorsunuz. Yani her an sizi ensemizde hissediyoruz!

Bu açıklamalarım üzerine, polis müdürünün o rahat tavrı gitti ve yüzü gittikçe asık duruma geldi. Birden bana dönerek;

-Sen yanlış biliyorsun. Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri? Komplo teorilerini yürütüyorsun. Bu komplo teorilerini ben bile bu kadarını bilmiyorum. Sen akıllı birine benziyorsun. Senin gibi aklı başındaki insanların bu partilerde yer alması bizim için de çok iyi olur. Çünkü gençleriniz bizi düşman olarak görüyorlar. Biz de onları muhatap almak istemiyoruz…

Polis müdürünün bana karşı tavrı ve yaklaşımı “gözüme-kaşıma hayran olduğu” için değildi elbette, bir amacı olduğu belliydi.

Belli ki, bu polis müdürü beni çok iyi takip etmiş ve benim örgütle hiçbir ilişiğim olmadığını biliyordu.

Her konuda uzman olmaya olanak yoktur. Ancak başarmak için devletin işleyişi ve kurumları konusunda da bazı bilgilere ve tecrübeye sahip olmak gerekir.

Sakın Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan bu sözlerimi duymasın! Yoksa beni de “Paralel Yapı” içine atarsa, ömür boyu içinden çıkamam!

1990’lı yıllarında Elazığ’da “Deli” Hastanesini ziyaret etmiş ve orada bulunan bir hastaya öğretmen olduğumu söylemiştim. “Deli” diye bildiğimiz hasta; “Herkes kendi mesleğinin öğretmenidir” yanıtını verince çok utanmış ve şaşırmıştım. Çünkü haklıydı ve söylediği söz gerçeği yansıtıyordu. 27/04/2014

------------

*Em. Öğrt.

Hiç yorum yok: