23 Haziran 2013 Pazar

Yavuz’un Torunları, Kemal’in Askerleri ve Madımak Katliamı...



Mustafa Elveren (Em. Öğrt.)

Yavuz’un torunları, imamın ordusu ve Kemal’in askerleri iktidarı ele geçirmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Hatta danışıklı dövüş bile yapıyorlar. Binlerce Alevi-Kızılbaş’ın katliamından sorumlu olan Yavuz’la övünen başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın fetvaları nedeniyle Taksim Meydanı halkların eylem yapma alanı haline dönüşmüştür. İşte Başbakan Erdoğan’dan birkaç tane örnek fetva;
- En az üç çocuk yapmak,
- Sevgililerin “kucakta oturma rezaleti”,
- Yavuz Sultan Selim Köprüsü
- Gezi parkı,
- Topçu Kışlası,
- Tıksırıncaya kadar içiniz,
- Kıyak kafa,
- Benim, benim, benim…
Yukarıda sıraladığım bu ifadeler bizzat TC. Başbakanı’nın ağzından çıkmıştır. Halklar da bu fetvalara karşı demokratik tepkisini Taksim Meydanı’nda ortaya koymuştur.
12 Eylül hukukuyla baskılar her gün artmakta ve insanların yaşam biçimlerine müdahale edilmektedir. Dolayısıyla hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir zihniyete duyulan tepkilerdir. Yani yıllardır halklarda biriken öfkenin patlamasıdır.“Çözüm süreci” deyip Kürtleri bir belirsizliğin içine sürüklemiştir. Roboskî katliamı ile Reyhanlı bombasını da eklemek gerekir.
AKParti hükümetinin tüm bu olumsuzlukları nedeniyle çok farklı siyasi görüşteki insanlar zorunlu olarak bir araya gelebilmiş ve ortak tepkilerini göstermişlerdir.
Bir önceki yazımda; Atatürk-Muhammed-Apo çizgisinin gezi eylemlerinde etkili olduğunu belirtmiştim. Deniliyor ki, hiçbir zaman yan yana gelemeyecek gruplar Gezi Parkı eylemleri sayesinde birlikte hareket ettiler. Bu görüşe kısmen katılmakla birlikte, itirazlarım da vardır.
Birçoğumuzun öfkesi ve tepkisi ortak olmasına rağmen, bir araya gelenlerin gönüllü birlikteliği olmayıp, zorunlu bir dayanışma olduğunu düşünüyorum.
12 Eylül darbesi döneminde cezaevleri başta olmak üzere, insanlarımıza ister-istemez, olur-olmaz yerde marş söyletirlerdi.  Gezi Parkı eylemlerinde de “ULUSOLCU”lar tarafından HDP, BDP ve diğer sol ve sosyalist örgütlere karşı sık sık bayrak sallayıp, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganı ardından Onuncu Yıl ve İstiklal Marşı’nı söylüyorlardı. En azında Antalya’da böyle olduğunu bizzat ben tanık oldum. Sanki kendimi resmi devlet töreninde hissettim.
Hal böyle olunca; toplu yürüyüşlerin ardından herkes siyasi görüşüne yakın olan çadırlar etrafında kümeleniyorlardı. Zaten böylesi birliktelikler siyasi dengeler ve çıkarlar göz önüne alarak yapılmaktadır. O nedenle postalcı ve takunyacı Kemalistlerin çelişkisinden yararlanmak mümkündür. Gerekirse “Şeytanla da taktiksel işbirliği yapılabilir”. Ben gezi olayları ile ilgili ortak tepkilerin taktiksel olup, stratejik bir birliktelik olmadığını düşünüyorum. Ancak buradan stratejik bir ortaklık da yaratılabilir.
Bu gün Yavuz’un torunları, İmamın ordusu, Kemal’in askerleri iktidarı paylaşmış durumdalar. Ne kadar da birbirlerine benziyorlar! Al birini vur ötekisine!
Pir Sultan’dan Seyit Rızaya, Deniz Gezmiş’den İbrahim Kaypakkaya’ya, Demirci Kawa’dan Mazlum Doğan’a kadar devrimci bir mücadele geleneğimiz vardır. Ne Yavuz’un torunları, ne İmamın ordusu, ne de M. Kemal’in askerleri devrimcileri yıldıramaz. Yeter ki SOL’un duayenleri eleştiri adı altında birbirlerini yıpratmasınlar.
Yaklaşık bir hafta sonra Sivas katliamının 20. Yıl dönümünde Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlar tüm engellere rağmen her yıl olduğu gibi bu yıl da yine çeşitli etkinlikler yapmaya çalışacaklardır.
Dün Sivas’ta yakanlar bugün halka saldıranlardır... Madımak’ta insanları yakanlar kafası kıyaklar değil, kafası kine, nefrete çalışan insan görünümlü yobazlardı. Ve meyhaneden değil Camiden çıkmışlardı…” (Faceboox’ta paylaşılan bir mesaj)
Dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller ise, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyebiliyordu. Yani otel dışındaki halkımız dediği eli taşlı, sopalı, zincirli saldırganlardır. Yine dönemin iktidar ortağı SHP şimdiki devamı olan CHP de çaresizlik ve acz içinde kalındığı söylemiş, ancak bu kadar korkunç bir olayın ardından büyük bir pişkinlikle iktidar ortaklığına devam etmiştir.
Madımak katliamı sanıklarını savunan 30’dan fazla Avukat bu gün AKParti’den milletvekili, bakan, bakan yardımcısı, belediye başkanı, müsteşar, danışman olarak görev yapıyorlar. Hatta devletin yargı organlarında ve kurumlarında üye olarak görev yapmaktadırlar. Bu yapıdan adalet çıkar mı?
Davanın zaman aşımıyla ilgili mahkeme kararına “hayırlı olsun” diyen ve Tansu Çiller’den, Süleyman Demirel’den daha beter bir başbakanla karşı karşıyayız.
Basından öğrendiğime göre “Hükümet, 2010’da hazırlanan ve önerilerinin büyük bölümü hayata geçirilmeyen Alevi Açılım Paketi’ni güncelliyor”muş. Bir-iki üniversiteye veya tesise Hacıbektaş ismini vereceklermiş. Kendilerine yakın Alevi dedelerine maaş bağlayacaklarmış. Yani “parayı veren düdüğü çalar” mantığıyla hareket ediyorlar.
Bunların amacı Alevileri Müslümanlaştırmaktır. Yani Diyanet’ten bir-iki temsiliyet vermek suretiyle İslam’ın içine monte etmektir. Umarım Aleviler bu defa hükümetin tuzağına düşmezler. Çünkü bu hükümetin Alevi sorununu çözmek diye bir niyeti yoktur.
On yıl önce (02 Temmuz 2003) mülga Antalya FM Radyosu’nda katıldığım söyleşide bana sorulan sorulardan güncelliğini koruduğu için bir tanesini yanıtımla birlikte aynen aşağıya aktarıyorum.
Bir daha Sivas katliamları ve benzeri olayların yaşanmaması için nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? (Sunucu sorusu)
Yanıt:
Örgütlenirsek eğer, savaşın değil barışın, ölümün değil yaşamın esas olduğu anlaşılır. Yaşam hakkı anlam bulur. Düşünce özgürlüğü özgürleşir, kimse söylediği sözden, yazdığı yazıdan, yaptığı notadan, konuştuğu dilden dolayı suçlanamaz. Cezaevlerinde tecrit ve ölüm oruçlarında ne kimse hunharca öldürülür, ne de ölüme terk edilir. Yani tek çözüm yolu, başta alevi-bektaşi örgütlemeleri olmak üzere emekten, özgürlükten, barıştan ve demokrasiden yana olan tüm örgüt ve kuruluşların birlikte mücadele vermeleri gerekir, diye düşünüyorum.
10 yıl önceki düşüncelerimi bu gün de aynen koruyorum.
23.06.2013


Hiç yorum yok: