23 Haziran 2013 Pazar

TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN...




Bülent Tekin
Bulenttekin47@gmail.com


                      Devletin gizli ve ifşa edilmeyen (açıklanmayan) hareketlerini göz önüne alarak ihtiyatlı konuşmak gerektiğini düşünüyorum. 15-16 Haziran (2013) günlerinde Diyarbakır’da yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı devletin bilgisi dahilinde Abdullah Öcalan’ın talebi (çağrısı) üzerine yapıldı.  Çok etnisiteli-kültürlü-inançlı-dilli-ideolojili katılımcılar (delegeler) adeta Türkiye Kürdistan’ının (hukuki) statüsünü belirlemeyi hedeflediler. Ortak bir mutabakatla bir sonuç bildirisi yayınladı(lar).  Bu (sonuç) bildirisi en azından yurtiçinde iki tarafa (Öcalan’a ve Hükümet’e) verilecek. Neler oluyor, neler olmuyor?
                      Ortak bildiriye göre Kürtlerin en azından üç tip statüyü talep ettiği görüldü: Özerklik, federasyon ve bağımsızlık. Statü olarak bu üç isim anıldı. Kürtlerin bu statülerini (kendilerince) ulusların kendi kaderlerini tayin etme haklarına göre belirleyeceği vurgulandı. Bu üç talep Öcalan’ın çözüm ve barış için öngördüğü “eşit yurttaşlık ve genişletilmiş yetkili yerel yönetimler” talebinin ilerisinde olduğunu söyleyebilirim.
                      Konferans’ta yine Öcalan’ın isteği doğrultusunda bir komite (Birlik ve Çözüm Komitesi) oluşturulması kararı çıktı. Anlaşılan bu statünün elde edilmesi için işin içine Türkiye’nin dışında BM, AB, İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) gibi kuruluşlar da girecek. Bu olanlar (yaşananlar) gerçek mi?
                      Türkiye Cumhuriyeti’nin bilgisi dahilinde Kürtler (Öcalan, KCK, PKK, BDP, DTK) tarafından adımlar atılırken devletin durgun ve sessiz kaldığı, hatta adım atmadığı görülüyor. PKK sınır dışına çekilmeyi bitirirken Başbakan’ın kullandığı dil barış veya çözüm için bir umut vermiyor. Neler oluyor, neler olacak?
                      Coğrafi anlamda olmasa dahi kültürel alanda inşa edilecek bir Türkiye Kürdistan’ının-bu konferans bileşenlerine bakıldığında!-yeni politikacılar yaratacağı gerçeği var. Kürtlerin yaşadıkları bu topraklardaki tüm etnisite, dil, kültür ve inanç bileşenlerinin temsilcilerinin eski sistemin burjuva, feodal bey ve (kanaat/cemaat) önderleri olduğu gerçeğinden yola çıkarak alt sınıflar, kimsesizler ve sahipsizler açısından değişen bir durumun olmayacağı gerçeği de kendini göstermiştir. Bir anlamda aynı sınıf ve güçteki bizi, sizi yönetenin Kürt ya da Türk olması bir şeyi değiştirmeyecektir. Bir benzetme yapmam gerekirse şunu söyleyebilirim: Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda Sivas, Erzurum kongreleri, Amasya Protokolleri’ne ve hatta (T)BMM’ne katılanlar hep o dönemin etkin feodal, asker ve varlıklı sınıf temsilcileri olmuştur. Türkiye ve Kürdistan topraklarındaki eski ve yeni politikacı tiplerinin yönetilenlerden her alanda farklı olduğunu söylemek istiyorum. Böylesi bir bölüşüm ya da oluşum Türkiye veya Kürdistan coğrafyasında ne tür iyilikler, güzellikler, yenilikler ortaya çıkarabilecektir. Bunlar meçhuldür!
                      İnsan hakları, hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve kardeşlik taleplerinden kimler yararlanacaktır? Evet evet, bu değerler kavramından bu değerlere susamış insanlar mı (ezilenler, baldırı çıplaklar, çarıksızlar) yaralanacak ya da sınıf, nüfuz ve konum itibariyle zaten her zaman yukarılarda olan ekâbirler mi?

                      Eğer insan hakları açısından düşünülecekse burada önemli olanın Türkiye ya da Kürdistan olarak iki ayrı yönetsel veya coğrafi alan olmadığıdır. Her iki durumda ya da şimdiki durumda olan veya olacakların kurnaz adam iktidarının olacağı durumudur. Kurnaz Adam için Türk ya da Kürt olmak önemli değildir. Önemli olan kendi iktidarı ve çıkarlarıdır. Bu “Kurnaz Adam” her durumda ve şartta yeni bir rolle karşımıza çıkar ve bizleri yüzyıllarca yönetir. Devletin veya devletlerin kurnaz adam politikalarıyla yönetildiklerini de unutmamak gerekir. 

Hiç yorum yok: