28 Ocak 2008 Pazartesi

TEHDİT POLİTİKASI


İsmail Beşikçi

1998 Ekim’inde, Suriye üzerinde yoğun bir tehdit geliştirildi. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını amaçlayan bu politika, devlet ve hükümet yöneticileri tarafından sistematik bir şekilde uygulandı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı, Suriye’ye karşı sık sık demeç verir oldular. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’de çıkarılmasını, aksi halde Şam’ın işgal edileceğini dile getirdiler. 7-8 Ekim günlerinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, Suriye sınırında, Suriye yönetimini bir defa daha tehdit etti. Bu tehditlerden sonra, 9 Ekim’de, Suriye, Abdullah Öcalan’ı Suriye’den çıkardı. Abdullah Öcalan için, Yunanistan, Rusya Federasyonu, İtalya,… süreci böyle başladı. Tehditler amacına ulaşmıştı.

2006-2007 yıllarında, Irak sınırına asker yığılması, sınır ötesi operasyon beklentilerinin, bu konuyla ilgili haberlerin, yorumların gittikçe yoğunlaşması, Ekim 1998’deki, Suriye’nin durumunu, sınırda yapılan tehditleri hatırlatıyor. Yalnız iki durum arasında önemli bir fark da vardır. 1998 de Suriye tehdit edilirken sınıra asker yığılmamıştı. Suriye’nin, Şam’ın işgalinden söz ediliyordu ama Suriye sınırına gerek asker olarak, gerek tank, top, zırhlılar gibi silah araç ve gereçleri olarak yığınak yapılmamıştı. 200 km. lik Irak sınırında 2 yıldır çok yoğun bir yığınak var. Türk basını bazan, 100 bin- yüz ellibin, bazan 250 bin askerin sınırda yığıldığını. Tank, top, zırhlılar gibi savaş araç ve gereçlerinin askeri yığınağa destek olduğunu belirtiyor. Bu tehdit elbette Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne, Mesut Barzani ve Celal Talabani gibi Kürt liderlerine karşıdır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yani Kürt Federe Devleti’nin gittikçe ete kemiğe bürünmesi, Türkiye’yi rahatsız edici bulunuyor. Sınırdaki askeri tehditle bu gelişmenin durdurulması amaçlanıyor. Kerkük referandumunun iptal edilmesi, bağımsız bir Kürt Devleti’nin düşünülmemesi, peşmergelerin PKK güçlerine karşı bizzat çarpışmaları, yine devletin istekleri arasında yer alıyor. 2007 Eylül ve Ekim ayı başlarında bu tehdit doruk noktasına ulaştı. PKK bahane edilerek Bölgesel Kürt Yönetimi tehdit ediliyor.

29 Eylül 2007’de, Beytüşşebap’ın Hemkan Köyü’nde, köylerine su getirmeye çalışan köylülere bir saldırı oldu. Minübüsle kanal inşaatından evlerine dönen köylüler, yolda saldırıya uğradı. Bu köylülerden yedisi köy koruyucusuydu. Minübüsdeki 13 kişiden 12’si minibüsün içinde öldü. Biri yaralı olarak kurtuldu, kaçmayı başardı. Şırnak Valisi, basına, kamuoyuna, bu saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğini, olayın baştan aşağı PKK’yi işaret ettiğini duyurdu. Hemen ertesi günü, basın, medya, PKK’yi suçlayıcı haberler, yorumlar yayımlamaya başladı. Bir-iki gün sonra, PKK bu saldırıyla hiçbir ilişkilerinin olmadığını, saldırının, JİTEM’in gözetiminde, hasım aşiretin korucuları tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı. Ama medya, PKK’nin bu açıklamasını görmezlikten geldi, PKK’yi suçlamaya devam etti. Saldırıdan yaralı olarak kurtulan gencin konuşmasından, ve özgürce konuşmasının korucu ve JİTEM unsurları tarafından engellenmesinden, köylülerin anlatımından, tutumundan, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun çalışmalarından, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin köyde yaptığı çalışmalardan, olayın JİTEM unsurları tarafından gerçekleştirildiği, fakat, PKK’nin üzerine atıldığı anlaşılmaktadır.

Bu olaydan bir hafta kadar sonra, yani Ekim ayının ilk haftasında, Gabar Dağı’nda, güvenlik güçleriyle gerillalar arasında çatışma çıktı. 13 askerin yaşamını yitirdiği bildirildi. PKK kaynakları bu sayının daha fazla olduğunu açıkladı. Bu haberler üzerine medyada, PKK’ye karşı, PKK’ye yataklık yaptığı iddia edilen Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne, Kürt liderlere karşı yoğun bir saldırı başlatıldı, saldırılar tırmandırıldı. Mesut Barzani’nin, Celal Talabani’nin “terör”e destek verdiği, yataklık yaptığı daha fazla konuşulur oldu. Şehit cenazeleriyle, devlet güçleri tarafından yaratılan provokatif eylemlerle, bayrak ritüelleriyle, bu saldırılar yoğunlaştırıldı. Tehditlerle Kürt liderlerin teslim alınması isteniyordu. 1998’deki gibi bir başarı kazanılması umuluyordu. Kürtlerin, Kürt liderlerin makul ve kararlı direnişi, düşünülen politikanın yaşama geçmesine engel oldu, beklentiler gerçekleşmedi. 1998 de, Hafız Esat’ın, bir gerilla liderini ülkesinde saklanması savunulabilir bir durum değildi. Mesut Barzani ve Celal Talabani gibi Kürt liderler ise, Bölgesel Kürt Yönetimi’yse, Kürtlerin meşru haklarını savunuyor. Bu değerlere karşı tehdit politikasının ciddi bir işlevi yoktur.

21 Ekim 2007 de Hakkari, Oramar’da, Dağlıca kışlasına karşı bir PKK saldırısı gerçekleşti. Bu saldırıda 12 askerin yaşamını yitirdiği açıklandı. PKK kaynakları bu sayının daha yüksek olduğunu duyurdu. Bu arada çatışmalar sırasında, sekiz asker de kaçırılmıştı. Bu olay üzerine, Kürtlere karşı, Güney’deki Kürt liderleri Mesut Barzani’ye ve Celal Talabani’ye karşı, sözlü ve yazılı saldırılar iyice arttı. Demokratik Toplum Partisi’ne karşı saldırılar tırmandırıldı. Bursa, Mersin, Elazığ, Aydın, Antalya, Samsun gibi illerde, ve bazı ilçe merkezlerinde, Demokratik Toplum Partisi’nin büroları tahrip edildi, eşyaları parçalandı, yırtıldı, yakıldı. Bürolarda, cam-çerçeve, kapı hiçbir şey kalmadı. Güvenlik güçleri, DTP’ye yapılan saldırılara karşı sessiz kaldı, saldırıları seyretti. Bu saldırı sırasında, DTP’liler tarafından yakalanan ve polise teslim edilen bazı saldırganlar kısa zamanda serbest bırakıldı. Devlet, saldırıya uğrayan DTP için, DTP’liler için hiç bir şey yapmadı. Saldırganlara karşı koruyucu önlemler almadı. Ama DTP’lileri durmadan suçladı. “PKK’yi terör örgütü ilan edin” şeklindeki baskılarının artırdı.

21 Ekim’deki, Dağlıca Kışlası saldırısında, alandaki bir düğün konvoyuna da saldırı yapıldığı, bu saldırının da PKK tarafından gerçekleştirildiği duyuruldu. Saldırıda bazı yaralanmalar olmuştu. Bu olay üzerine, medya, “PKK terörü” kınayan, suçlayan açıklamalar yaptı. Bir gün sonra PKK, bu olayla da ilgisinin olmadığını, düğün konvoyuna saldırının, askerler tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı. Medya bu açıklamayı da dikkate almadı. Bu açıklamaları görmezlikten, duymazlıktan geldi. Fakat, PKK’yi ağır bir şekilde suçlamaya da devam etti. Medya, “terör”e karşı olduğunu sık sık vurguluyor, ama, özel timlerin, JİTEM’in, PKK kılığında gerçekleştirdikleri teröre, devlet terörüne de bir şey demiyor, bunu çok doğal karşılıyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, 17 Ekim 2007 de, TBMM’den sınır ötesi operasyon için teskere aldı. Medya, bu teskerenin kullanılmasını, yani sınır ötesi operasyonla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin egemen olduğu alanların işgalini gerçekleştirmesi için hükümeti kışkırtmaya başladı. Basın, kamuoyu sekiz askerin iadesi konusunda gerçekleşen süreci onur kırıcı buldu. İade sürecine katılan DTP eleştirildi.

2007 yılı, Eylül, Ekim, Kasın aylarında Türk devlet ve hükümet yöneticileri, her gün her saat PKK’yi, “terör örgütü”nü, Mesut Barzani’yi, Celal Talabani’yi, yani “terör”e yardım ve yataklık yaptıklarını iddia ettikleri Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ve liderlerini konuştu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı vs. hep bunları konuştu. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, bu konuları hep birinci haber yaptı. Gazetelerin manşet haberleri hep bu konularla ilgiliydi. Gazetelerdeki köşe yazarları hep bu konularla ilgili analizler yapıyordu. Eğer gazetede sekiz adet köşe yazısı varsa en az altısı bu konularla ilgiliydi. Televizyonlardaki, radyolardaki paneller açıkoturumlar vs. yine bu konularla ilgiliydi. Bütün bunlara rağmen, Türk devlet ve hükümet yetkilileri, “Biz terör örgütüyle konuşmayız, terör örgütünü tanımayız” söylemini sürdürüyor. Demokratik Toplum Partisi için, “Önce DTP; PKK terör örgütüdür, desin ondan sonra belki onlarla konuşuruz…” diyor. Mesut Barzani için, Celal Talabani için, “önce PKK’nin terör örgütü olduğunu kabul etsinler, onunla mücadeleye girişsinler…” söylemi devam ediyor. Hemen her gün her saat bu konuları konuşacaksın, 24 saat bu konuları konuşacaksın, hem de ben onları tanımıyorum, diyeceksin. Devlet ve hükümet yöneticilerinin, medyanın, siyasal partilerin, her gün bu konuları konuşmaları, yazmaları, her saat bu konuları konuşmaları, yazmaları, ne anlama geliyor, acaba?

Bunlar, devletin Kürtlere karşı geliştirdiği politikanın kibire ve gurura dayalı bir politika olduğunun gösteriyor. Böyle kibir yüklü, karşısındaki güçleri, istemleri aşağılayan politikalarla toplumsal ve siyasal sorunların çözülemeyeceği açıktır. 1 Kasım 2007 tarihli Radikal Gazetesindeki haber bunun açık bir örneğidir. Gazete, Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in, isim vermeden Kürt lider Mesut Barzani’yi hedef aldığını yazıyor. Ama aynı haberde, Mesut Barzani’yle ilgili bir soruya cevap verirken de, “eğer bu konuda konuşursam muhatap almış olurum” diyerek konuşmaktan kaçınıyor. (PKK’ya yardım eden de hedefte, başlıklı haber, s.7) İsim vermeden konuştuğu zaman ise muhatap almamış oluyor. Kibir, gurur böyle bir şey…

Kibire ve gurura dayalı bir tehdit politikasının geleceği yoktur.

------------------------------------------------------
Kaynak: Esmer Dergisi, sayı 36, Ocak 2008
------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: